Etiketler
Caprice bar, Hotel Charissi, Ia, kalamar, Kalua Beach, mastic, metaxa, Mykonos, Niko's Tavern, Ouzo, Paraga Beach, Rose bay hotel, Santorini, Semeli Bar, Super Paradise, Thira, volcano, yoğurt dondurma, ıstakoz
Bu sene Yunanistan’ın mali sıkıntısına, yakın komşu olarak katkıda bulunmak için mi, yoksa her sene bir destinasyon popüler olur, o popüleriteye ayak uydurmak için mi bilemediğim bir şekilde arkadaşlarla Mykonos, Santorini planı yaparken buldum kendimi. Gerçi çevremdeki birçok kişi gemi ile vizesiz birkaç adayı gezmeyi tercih etti, ben ise adada kalmak, adayı tanımak, istediğim yerde istediğim kadar denize girebilmeyi istediğimden tura yada gemiye angaje olmadım. Önce uçak biletlerine baktık arkadaşımla, en uygun fiyat ve zamanı Borajet sunuyordu. Hemde Atina aktarmasına gerek kalmadan İstanbul Sabiha Gökçen’den, Mykonos’a 1 saat 40 dakika uçuşla vardık. Havalimanında bizi kalacağımız otelin, canayakın ve güleryüzlü sahibesi Dimitra Charissi karşıladı. Yabancı bir yere giderken ki ilk uçaktan otel transferi benim için en önemli şeydir, yoldan gelmişsindir ve elinde valiz(ler)in vardır. O sırada taksi mi, metro mu, tren mi uğraşmaktansa karşılanma lüksü herzaman keyif vermiştir bana:) Otele 15 dakikada vardık, Otel Charissi, bir aile işletmesi, küçük ama temiz bir otel. 3 yıldızlı ama servis 5 yıldız. Lokasyonu da çok iyi, yürüyerek Mykonos merkeze 15 dakika. Odalara yerleştikten sonra, üzerimizi değişip hemen merkeze indik, yaya olarak. Önce meşhur yeldeğirmenlerinin önünden geçip, Little Venice denen ve güneş batımı için sıra sıra restaurant ve cafelerin olduğu bölgeye gittik. En uçta Kastro bar, gün batımının güzel müzik eşliğinde izlenebileceği şık bir adres. Ben 5 yıldızlı bir Metaxa ile Yunan tadlarına bir giriş yaptım. Sonra şehir merkezini dolaşıp, acıkınca sevgili Dimitra’nın lokal bir restaurant diye önerdiği Koulos Tavern’e gittik, zar zor bir masa bulup oturduk, tipik bir Mykonos tavernası, daracık sokaklardaki masalarda envai çeşit deniz ürünü yeme şansınız var.
Ertesi sabah, minik ve şirin otelimizin tepside sunulan basit ama yeterli olan kahvaltısını yaptıktan sonra, Dimitra’dan araba kiralama firmalarını öğrendik, bir telefon ile kiralık arabayı otele getirtti. Aslında ilk gün GlassBottom boat ile güneydeki (nerdeyse) tüm plajları gezmeyi planlamıştık ama o gün teknenin bozulması (sonradan iyiki bozulmuş dedik) planlarımızı revize etmemize neden oldu. Şöyle ki; araba kiralayınca adadaki tüm plajları gezdik zaten, teknenin plajlarda durup düşündüğümüz kadar denize girme imkanı vermediğini de biz bir plajda güneşlenirken koya şöyle bir girip çıkan tekneyi görünce anladık. Tekne Gialos plajından kalkıyor, merak edenler için ücreti 40 Euro. Eğer kısa süreliğine Mykonos’ta iseniz ve güneyde yeralan beach’leri görmek istiyorsanız tercih edilebilir.
Biz, sabah teslim aldığımız arabaya atlayıp önce otelimize en yakın plajlardan biri olan Gialos plajına gittik, deniz çok güzeldi ama şezlongların arasında saat, pareo ve çakma Louis Vuitton çanta satan siyahilerden içimize fenalık gelince fazla kalmadık, atladık arabamıza ve adanın kuzeyini keşfe çıktık. İlk Panormos koyuna gittik, Agios Sostis plajına vardık, deniz çok güzel olmakla beraber bu plajda tesis zayıftı. Daha ziyade insanlar kendi şemsiyelerini kendileri taşımışlardı. Burada denize girip çıktık, bir sonraki plaja gittik. Panormos plajı, deniz güzel ama yine bizim Çeşme’de Bodrum’da alışık olduğumuz rahat şezlonlar ve işletme olmayan bir plaj. Denize girdik çıktık, sahilde yürüyüş yaptık. Bir sonraki plaj Ftelia idi. Bu plaj da aynı ilk iki plaj gibi, sakin, tesis zayıf ama denizi güzel.
Akşam bu sefer biraz daha turistik ama mutlaka gitmenizi tavsiye edeceğim Niko’s Tavern’de yedik . Yiyecekler gerçekten lezizdi, serviste o kadar kalabalığa başarılı idi. Hemen yanındaki yoğurt dondurmacıdan da unutmadan bahsedeyim, bir kaç gece oradan kimimiz dondurma kimimiz frozen greek yogurt yedi. Benim favori dondurmam Malaga idi!!! Ben “bir top malaga lütfen” deyince servis yapan kız gözlerini kocaman açıp, “neeee???” deyince ben de ne oldu acaba dedim ve siparişimi bir kere daha tekrarladım. Kız gülmeye başlayarak, bu kelimenin Yunanca’da “asshole” olduğunu söyleyip, bu etiketi dondurmaya koyduklarını farkında olmadığını söyledi!!! ne anlama geldiği hiiiç önemli değil, tadı muhteşemdi:)
Ertesi gün daha popüler olan plajlara yöneldik, Super Paradise, Elia, Agrari, Pink beach…Benim en beğendiğim plaj Paraga’da Kalua beach oldu. Eğer bir daha Mykonos’a gidersem, deniz ve güneş için tercih edeceğim koy Paraga, beach ise Kalua olur. Sonra ikincil olarak ise Psarou beach.
Paraga, Kalua beach şezlong ve şemsiye üçlemesine en fazla euro verdiğimiz yer oldu, 16 euro. Yine de Çeşme’den pahalı değil! Plaja servis veren restaurant çok şık bir restauranttı. Dekorasyon zevkli, yemekler lezzetli, müzik te güzeldi. Akşamüzeri saat 16:30 gibi parti başlaması ile birden sahilde güneşlenenler, tabii biz de restaurant’ın bar kısmına doğru hücum etmeye başladık.
Akşam, bu sefer tavernaya gitmeyelim dedik ve yine de deniz mahsüllerinden faydalanacağımız bir yer seçtik ama Yunan lezzeti değilde bu sefer italyan bir tercih yaparak Barkia, Pasta Fresca’ya girdik. Ismarladığım deniz ürünleri makarnasında balık dahil, her nevi kabuklu deniz ürünü vardı, enfes bir tat, tam merkezde, her daim full olan bir başka adres, kapı girişinde birisi taze taze makarnaları hazırlamakta. Menü çok zengin, sadece makarna ve pizza ile sınırlı değil.
Yemekten sonra Little Venice’a birşeyler içmeye gittik, Semeli‘de oturacak yer bulabildik ama aklımız Caprice’de kaldı. Müzikler ve mekan daha güzeldi, İçeceklerimizi bitiridikten sonra dans etmek için Caprice’e geçtik.
Mykonos’tan bahsederken meşhur Petros‘u unutmamak lazım, Mykonos sokaklarında dolaşırken birden yanınızdan salına salına bir pelikan geçebilir, sakın şaşırmayın, ada halkının sevgilisi Petros bu. Asıl Petros 1986’da ölmüş ama adanın sembolü haline gelince ardından adalılar hep bir pelikanı onun anısına yaşatmışlar. Hikaye şöyle;
1950‘lerde bir balıkçı yaralı bir pelikan buluyor. Tedavi ediyor. Ancak iyileşen pelikan adadan ayrılmıyor. Çarşı pazar dolaşıyor. Turistler mutlaka Petros adı verilen bu pelikanın fotoğrafını çekiyor. Pelikan Petros, adanın simgesi haline geliyor. Öyle ki ‘ilk’ Petros 1986‘da ölünce
Jackie O.(jackline kennedy) bir pelikan hediye ediyor. Ona ‘İreni‘ diyorlar. Derken Hamburg Hayvanat Bahçesi yeni bir ‘Petros’ gönderiyor. Ardından adaya ‘Nikolas‘ adını alacak yaralı bir pelikan daha gelmez mi? Böylece ‘Petroslar’ üçe çıkıyor! Magnet’lerde Mykonos simgelerinden biri 5 yeldeğirmeni ise diğeri de Petros…
Mykonos’u asıl popüler kılan hoşgörü adası olması, ada herkese uygun bir tatil sunuyor, isterseniz sessiz sakin bir plaja gidersiniz, isterseniz ağırlıklı olarak gay ve lezbiyenlerin tercihi olan plajlarda dilediğinizce güneşlenip, dilediğiniz gibi dans edip, eğlenebilirsiniz. Her keseye uygun yeme-içme yerinden tutun, herkese göre eğlence mevcut. Pek çocuklu aile ortamı olan bir ada deği. Mykonos; iki sevgili, iki erkek sevgili, iki kadın sevgili, arkadaş grubu, tek kadın yada tek erkek tatile gidenlerin vazgeçilmez tercihi.
Mykonos’tan Santorini’ye Hellenic Seaways’den biletlerini aldığım denizotobüsü ile geçtik. Yeni limana kadar yine otel sahipleri kendi arabaları ile bizi bıraktılar. 2 saat 45 dakika kadar süren yolculuk dalgalı deniz nedeni ile biraz zorladı. Adalara gitmeden internetten biletlerimizi almıştım. Tek yön 50,5 Euro. Tüm şirketler Mykonos Old Port’tan kalkmıyor, bazıları Cruise’ların yanaştığı yeni limandan, aman dikkat edin. Denizin durumuna göre ama genellikle rötaarlı hareket ediyorlar, bekleme salonu gibi bir yerde olmadığı için Temmuz’un ortasında sıcağın altında denizotobüsü beklemek pek sevimli olmamakla beraber, başka şansınız olmadığı için beklemek zorunda kalıyorsunuz.
Santoriniyi bir sonraki yazımda anlatacağım.